21 Kasım 2014 Cuma

Antakya Notlari: Kunefe Keyfi ve Antakya Evleri







Antakya'daki ikinci gunumde sabah uyandigimda basim agridigi icin biraz gec kalkmaya karar verdim. Hava zaten kapaliydi. Giyinip disari ciktigimda ise yagmur basladi. Kendimi hemen Uzun Carsi'ya attim.




Söz verdiğim üzere künefe yemek için bir gün önceki künefeci cifti bulmak istiyordum. Tabii Uzun Carsi genis ve labirent gibi bir yer oldugu icin yol nereye goturse yurumeye basladim.  Uzun bir süre onları bulamadım ama yeni şeyler keşfettim bu sayede.










Uzun Carsi'nin firinlarin oldugu kisimdan girisine ulastim. Burada karsilikli firinlar var ama bu firinlar normal bildigimiz ekmek firini gibi degil. Antakya Simidi, tandir Ekmegi, insanlarin getirdigi lahmacun, guvec gibi seyleri pisiriyorlar. 







Ilerlerken krepe benzer bir seyler gordum. Dukkan sahibi adinin tas kadayif oldugunu soyledi. 'Krep'e benziyor bunlar' dedigimde de farkini acikladi. Krep'te yumurta ve sut varmis ama tas kadayif sari ve beyaz una maya katilarak ve karbonat eklenerek yapiliyormus. Ama bildigin krep yahu. Bir tane yemem icin verildi ama tadi, tuzu yoktu. Yine de yedim:) 



Sonra nihayet aradigim kunefeciyi buldum. Dukkanda sadece kunefecinin esi vardi. Bir tane kunefe hazirladi bana. Hazir bir kunefeyi isitti ve uzerine serbet koyarak servise hazir hale getirdi. Orada bir süre oturdum ve bolca sohbet ettik. Ellerinde hazir kunefeler varmis.  Benim yediğim yani kucuk olanlar 3,5 tl ve aliminyum bir kapta 5'li paket halinde veriyorlar, buyuk olanlar ise 15 tl'den satiliyor. Icindeki peynir eksimeden 30 saat dayanabiliyormus. Yani Istanbul'dan siparis verilse otobusle bozulmadan gelebilecek, ustelik buzdolabindan cikarip gonderiyorlar. Ayrica otobuse de kendileri birakiyor. 




Kunefecinin esi bana Eski Antakya evlerine gitmem icin yol tarif etti bir de Affan Kahvesi diye bir yer varmis meshur bir yermis. O tarafa dogru gitmek icin yola ciktim..

Yolda gordugum Habib-i Neccar Camii'ne ugradim. Bu sefer camiinin icini cekmek icin isiklari yakmalarini rica ettim gorevlilerden. Caminin ici cok guzel islemelerle bezeli. Kucuk bir camii olmasina ragmen her bir kosesi ayri bir guzel, bambaska bir huzur veriyor insana. 






Habibi Neccar camii Anadolu'da bilinen ilk camiymis. Roma donemine ait bir pagan tapinagi uzerine insa edilmis.Bu gordugumuz camii Osmanli donemi eseri ve etrafi medrese odalari ile cevrili. 











Camiinin avlusunda 19. yy eseri gorkemli bir sadirvan var. 













Camiinin kuzeydogu kosesinde Hz. Isa'nin havarilerinden Yunus (Yuhanna) ve Yahya (Pavlos) ile onlara ilk inanan ve sehit edilen ilk kisi olan Antakyali Habib-i Neccar'in turbesi bulunur.












Habib-i Neccar'in hikayesi soyledir. Kuran-ı Kerim'de geçen olayda, M.S. 40’lı yıllarda Hz. Isa'nin, havarilerinden Yunus (Yuhanna) ve Yahya’yı (Pavlus) Antakya’ya gönderir. Bu iki elçi Antakya'ya girerken koyunlarını otlatan marangoz Habib-i Neccar ile karşılaşır (neccar, marangoz demektir). Neccar, yatalak oğlunun elçiler tarafından iyileştirilmesi üzerine Hz. Isa'nın getirdiği dine iman eder. 








Ancak Antakyalılar elçileri hoş karşılamaz ve onları hapse atarlar. Hz Isa, bunun üzerine Barnabas’ı şehre üçüncü elçi olarak gönderir. Elçilerin tüm çabalarına rağmen halk Hz. Isa’nın dinine inanmaz ve onları öldürmeyi planlar. Bunu öğrenen Habib-i Neccar, şehre giderek Antakyalılara "Sizden hiçbir ücret talep etmeden Hakk dinini anlatan bu elçilerin söylediklerine uyun" diye seslenir. İsa'nın elçileri de, Habib-i Neccar da işkence altında şehit olurlar. Bu olay Kuran-i Kerim’in Yasin suresinde anlatılmaktadır.







Daha sonra ordan ayrilarak Antakya evlerini gormek uzere caddeye cikip karsiya gectim. Yagmur neredeyse durmustu ve aslinda o havada cektigim fotograflar hosuma gitmisti. Havanin durumu fotograflara cok guzel bir ton veriyordu. Kaldirimda birden Habib-i Neccar camiinin yansimasini gordum. Alan cok dar ve camiinin onunde arabalar oldugu iyin cok da iyi bir sey beklemiyordum acikcasi.











Ara sokaga dalinca goruldugum kimi genis, kimi dar sokaklardan yurumeye basladim. Bulunduğum yer Koca Abdi Bey mahallesiymiş. İçine girdiğim sokak ta Alabey sokak.












Yolda karsilastigim mahalle halkiyla bir sorun yasamadim. Yabancilik ta cekmedim. Hem yabanciya alisik hem de zaten burasi da farkli kultur ve dinlerin zaten yuzyillarca bir arada yasadigi bir sehir. Yani en sevdigim sehirlerden.









Az ilerde bir kadinin yol kenarina koydugu sandalyede sigara ictigini gordum. Oyle rahatti ki yabanci biri geciyor diye dusunmeden oteye beriye bagirip duruyordu. Yanindan gecerken bana gulumsedi. Sonra koseyi donunce bir baktim her sehirde gorebilecegimiz bir sevgi sozcugu duvara yazilmisti. Her sehrin sokaklarinda duvar yazilari var degil mi? 









Boyle sokaklari seviyorum. Diyarbakir'da ozellikle duvarlarda cokca yazi gormuslugum vardir.. Bilmedigim bir sehrin, bilmedigim bir mahallesinde ara sokaklarda rahat rahat dolasabilmek.. 












Biraz daha yuruyunce cok sevindigim bir sey gordum.. Mardin'deki gibi burda da bir abbara vardi. Abbara denilen sey aslinda sokaklari birbirine baglayan bir gecit. Bu gecitlerden cok guzel fotograflar cikiyor. Okul saati cikisina da denk geldigim icin nalzemem de boldu. Oyle hayran hayran bakarken alt sokaktan bir kadin elinde orgusu cikiverdi bir yandan yuruyor bir yandan oruyordu.. Selam verip gecti..






Bu sokaklar arkada bulunan tepeye kadar uzaniyormis. Ama artik hava kararmaya basladigi icin geri donmem gerekiyordu. Yolda giden bir gencten yardim alarak tekrar Habib-i Neccar camiinin oldugu yere cikarak otelin yolunu tuttum..

Yarin yeni yerlerde gorusmek uzere... 

Önceki yazılar: 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder