20 Mart 2015 Cuma

Bir Nevruz'da daha Diyarbakır







Bir kaç senedir Nevruz için Diyarbakır'a gitmeyi adet haline getirdiğimden bu nevruzda gitmemek olmaz diye düşündüm. Hatta şirketten iki arkadaşımı daha benimle gelmeye ikna ettim.  

Uçaktan geç bir vakitte inince direk kalacağımız otele gittik ertesi gün de zaten bütün gün Nevruz alanında fotoğraf, düzenleme ve röportaj işleriyle uğraştığımız için gece yemek yiyip ordan kahve içmeye gittik. Sonrasında tekrar otele dönüp hemen dinlenmeye geçtik.


Ertesi sabah çok erken kalktık çünkü şehri daha doğrusu Eski Diyarbakır denilen yeri gezmek için sadece bir günümüz vardı.











Diyarbakır'a gidince kahvaltı etmeden, kahvaltı denince de Tarihi Hasan Paşa hanında gitmeden olmaz. Öyle çok çeşit var ki önce gözünüz doyuyor. Masada 6-7 çeşit peynir var ve ballı kaymaktan tutun, kavurmalı yumurtaya kadar her şey var. Bir gün öncesinin yorgunluğunu çıkarırken bir yandan değerlendirmeler yaparak güzel bir kaç saat geçirdik.














Bir gece önce kahve içmek için yeni açılan Hürrem Sultan Konağı'na tekrar gittik. Zira konağın olduğu sokağın konağın tam karşısına gelen üst kısmına ipler gerilmiş ve şemsiyeler asılmıştı. Ertesi gün buraya mutlaka yeniden gelmeliyiz dediğimiz bir yerdi burası.










Konağın iç kısmındanda görüleceği üzere hem yapının dokusu hem de tapandaki iplere asılan şemsiyeler tarihle birleşen modern bir havayı sunuyordu bizlere. Rengarenk şemsiyelerle gökyüzünün birleşimi ile manzaramız harikaydı. Sur için bölgesinde olan bu konak Diyarbakır murtfağından lezzetleri bulabileceğiniz gidilesi bir mekan.






Oradan çıkıp Ulu Camii'ye doğru ilerlemeye başladık. Ulu camii yapı olarak çok beğendiğim bir yer ve bilingiğine göre Anadolu'nun en eski camisiymiş. Erken islam döneminin ünlü Şam Emeviye Cami'nin (benzerliklerden dolayı) Anadolu'ya yansıması olarak kabul edilen Diyarbakır Ulu Camii, İslam aleminin 5. Harem-i Şerifi olarak kabul edilmektedir. Ayrıca Camide sibernetiğin babası olarak kabul edilen ünlü bilgin El Cezeri'nin yaptığı güneş saati bulunmaktadır. Ulu Camii'nin en sevdiğim özelliği minaresinin kare şeklinde olmasıdır. Bir kaç sene önce gittiğimde minarenin tepesine tırmanmışlığım da vardır. Oradan Suriçi'nin manzarası bir başka güzeldir. 



Camiden çıkıp Dört Ayaklı minareye doğru yol almaya başladık. Yolda karşımıza baharatçılar çıktı. Kuru patlıcan ve biber dolması ne güzeldir tadanlar bilir. Ayrıca baharatların bolluğu ve tazeliği, ya o el yapımı salçaların lezzeti... Bu dükkanlarda her türli malzemeyi rahatlıkla bulabilir, başka illere oranla daha ucuza alabilirsiniz benden söylemesi. 





Dört Ayaklı Minare de Diyarbakır'da en sevdiğim mimari yapılardan biridir.  500 yılı aşkın bir süreden beri 4 ayak üzerinde sapasağlam bugüne gelmiş. 1500’lerin başında Sultan Selim’in Mısır’ın fethine çıkmadan önceki yıllarda yapılmış. Camiyi ve minareyi bölgede hüküm süren Akkoyunlu hükümdarı Kasım Han yaptırmış. Camii'nin adı Şeyh Mutahhar Camii. Diyarbakırlılar “Şeyh Matar Camii” diye adlandırıyorlar. Şeyh Mutahhar adlı bir zatın mezarının olduğu yere yapıldığı için bu isim verildiği biliniyor. 4 ayak üzerinde duran Şeyh Matar Camii’nin minaresi, bu konuda türünün tek örneği. 
Minare ile ilgili anlatılan bir kaç efsane var. Birisi, minarenin ayakları arasından 7 kez geçenlerin dileklerinin kabul edildiğine dair efsane, bir başka efsaneye göre 4 ayak, Diyarbakır surlarının dört kapısını temsil ediyor: 'Mardinkapı, Urfakapı, Saraykapı ve Dağkapı.' Bir başkasına göre de 4 ayak 4 mezhebi temsil ediyor bu dört temel üzerine oturan minare ise İslam Dinini temsil ediyor.  

Dört ayaklı minareye yakın bir kaç kilise var. Bunlardan biri  Özdemir mahallesinde yer almaktadır. Tapu Kayıtlarına göre Ortodoks Ermenilerin kullandığı bir kilisedir. Kilisenin hangi tarihte yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. 





Bu kilisenin adına ilk kez 1610-1615 tarihleri arasında Polonyalı Simeon’un Seyahatnamesinde rastlanmıştır. Ermeni mimari tarihinin önemli eserlerinden birisi olan Surp Giragos Kilisesi Ortadoğu’daki en büyük Ermeni kilisesidir.



Dört Ayaklı Minare'nin kiliseye giden sokağında bir iki katlı çay bahçesinin üst kısmından iki kilise çanını ve ve Dört Ayaklı Minare'yi bir arada görebilirsiniz. Bu da bir zamanlar medeniyetlerin bir arada yaşayabilmiş olmalarına Diyarbakır'dan çok güzel bir örnektir. 


Kiliseden çıktıktan sonra arkadaşlarımın çok merak ettiği bir yer olan Sülüklü Han'a gittik. Burası benim her Diyarbakır seyahatimde uğrayıp kahve içtiğim bir yerdir. Buraya Demirciler Çarşısı'ndan giriliyor. Bu han son dönemlerin popüler mekânları arasında yer almaktadır. Han içerisinde eski bir kuyu bulunur. Bir dönem hekimler tarafından burada bulunan kuyudan sülük çıkarıldığı bilinmektedir. Şifa amaçlı toplanan sülüklerin burada toplanılmasından dolayı hana Sülüklü Han ismi verilmiştir. 


Daha sonra Diyarbakır'lı bir arkadaşımız bizi Diyarbakır surlarını tepeden görebileceğimiz bir tepeye götürdü. Manzara gerçekten nefisti. tarihin dokusunu böyle iç içe görebildiğim, kokusunu aldığım şehirlerden biri olan Diyarbakır'a umarım tekrar yolumuz düşer. Uçağımız akşam üstü olduğu için aceleyle oradan ayrılmak zorunda kaldık ama aklım ve kalbim Diyarbakır'da kaldı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder