Su an güneşin toprağın ve ağaçların bakır rengi kısımlarına bir vuruşu var anlatamam o renklerin güzelliğini..İnceden de bir yağmur yağıyor. Hani ahmak ıslatanından. İnsanın aklına gökkuşağı gelmiyor değil tabii. Ama hiçbirşey yok görünürde..
Gece bir ara artık uyuyamayacağım ve bu yolculuk nasıl gececek bu kör karanlıkta diye kaygılanıyorken dalmışım yine. Hem de öyle bir dalmışım ki ne sabah beni 5 da kaldırmasını istediğim arkadaşım ne de sonrasında arayan annem beni uyandırabildi. Pestili çıkmış bir vaziyette uyudum, uyandım, virajları geçerken öyle bir eğimler oldu ki trende kaç kere acaba devrilir miyiz diye korktum. Düşünsenize kondüktor bu yolları sürekli gidip geliyor ama mışıl mışıl uyudu bütün gece. Peeh...
Nihayet ayaklanmaya karar verdim ve bütü n eşyalarımı topladım. Yatağı kaldırıp koltukları ortaya çıkardım. Artık hazırım. Zaten Diyarbakir'a da iki saat filan kaldı..
................
Ve Maden Istasyonu'na geldik. Istasyonun hemen dibinde bir tünel var biliyor musunuz. Daha önce Maden'den geçerken ne üzel dediğim o tünellerden geçmeş şimdiye nasipmiş. 10-15 tünelden geçtik şimdiye kadar. Bir tepe bitiyor başka bir tepe başlıyor. Böyle olunca demekki adamlar yol açabilmek için deldiler dağları.
Buralar doğayla içiçe olan yerleşim yerleri. Onlara da göre de gelişmemiş yerler.Bakıştan bakışa değişiyor tabii.
Sırasıyle Sallar, Ergani ve Geyik istasyonlarını da geçtik. Yol manzaraları çok güzeldi. Artık Diyarbakır istasyonuna dakikalar kaldı.
Böylece bu yolculuğu da kazasız belasız tamamlamış bulunuyorum. Güzel bir maceraydı. Katkıda bulunan herkese, yazıları okuyanlara, ben yoldayken panik yapmayan anne ve babama, desteğini esirgemeyen abime çok teşekkür ediyorum...
Hoşgeldim DİYARBAKİR...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder