“Fotoğraf çekmek, insanın aklını, gözünü ve yüreğini aynı hizaya getirmesidir. Bu bir yaşam tarzıdır.” Henri Cartier Bresson
amed etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
amed etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
31 Mart 2013 Pazar
9 Mart 2013 Cumartesi
Diyarbakir Sokakları: Dört Ayaklı Minare; Kiliseler; Demirciler Çarşısı; Sülüklü Han
Dört ayaklı minareyi etrafında park etmiş arabalar olmadan yakalamak için sabahın erken saatlerinde oraya gitmek gerekiyormuş. Orada bir dükkan sahibi söylemişti günler önce gittiğimde.
Sabah altı gibi kalkıp, hazırlanıp yedi gibi evden çıkmam gerekiyordu. Kalkamama riskini göze alamadığım için gece sabahladım. Sabah yedi gibi evden çıktım. Doğruca Dağ Kapı meydanına gidip ordan Dört Ayaklı Minare'nin olduğu sokağa doğru yürümeye başladım. Yolda tek tük insanlar yürüyorlar, öğrenciler okula gidiyor ve üstünde yoğurt bakraçları olan bir arabayı amca ön tarafından çekiyordu.
Yol kenarında oturmuş teyzeler de yanlarında kimbilir nereden getirdikleri yoğurtları satıyorlardı. Belki de hazır müşterileri vardır. Zira Diyarbakır'da yediğiniz evde yapılmış yoğurdun tadı nefistir.
Yol kenarındaki Hasan Paşa Hanı'nın yanından geçerken daha sonra kahvaltı için uğramayı düşünerek devam ettim. Bu saatlerde ortalık kalabalık olmadığı için geleneksel kıyafetler giymiş insanlar objektife daha kolay yakalanıyor ve kadrajın içine girmiş gereksiz kalabalıklardan kurtuluyorum. Ama bir yandan da makineyi üstünde zoom lens te olsa birine doğrulttuğunda insanlar kolayca anlayabiliyor ve bu da rahatsızlık verici...
Dört Ayaklı Minare'yi sokağın başında yalnız ve etrafı temiz görünce şöyle derin bir nefes aldım. İşte bunun için sabahın köründe dışarı çıkmaya değerdi. O gün de hava buz gibiydi doğrusu. Farklı açılardan bir kaç fotoğraf aldıktan sonra bir dükkanın önünde kahve içmek için oturdum. Soğuk o zaman daha da hissettirdi kendini doğrusu. Uzun zamandır bu kadar üşüdüğümü hatırlamıyordum. Şanssızlık eseri de bir balık kamyonu gelip camiinin kenarına park edince benim keyif tabiiki bozuldu. Ordan Mar Petyun Keldani Kilisesi'ne doğru gittim ama erken olduğu için görevli yokmuş daha sonra gelmem söylendi. Ben de kilisenin çan kısmının uzaktan bir fotoğrafını çekerek daha sonra tekrar gelmek üzere oradan ayrıldım.
Bir yarım saat daha orada tripod kurulu, makine yan sokağa dönük gelebilecek bir yaşlı amcayı bekledikten sonra soğuğa dayanamayıp sokağın başına çıktım ve Hasan Paşa Hanı'na doğru yola koyuldum. Han'da nefis bir kahvaltı beni bekliyordu. Soğuktan da kurtulacağıma seviniyordum doğrusu. Hemen merdivenlerden aşağı alt kısıma indim ve meshur 'serpme kahvaltı' dan kendime sipariş ettim. Yalnız yan masadaki örnek kahvaltıyı görünce o kadar fazla yiyemiyeceğimi düşününce adamlardan özellikle benim servisi küçük tabaklarda getirmelerini rica ettim.
Kahvaltı harika görünüyordu. Hemen malzemeleri hazırlayıp masadaki kahvaltı malzemelerinin fotoğraflarını çektim. Tabii sonra da oturup bir güzel afiyetle yedim. Buradaki kahvaltıların kılasiği kavurmalı yumurta. Geri kalan malzemeler içinde farklı olan otlu peynirler ve patates ezmesiyle kabak haşlaması gibi birşeydi. Orda nedense canım Ahmet Kaya dinlemek istedi. Garsonların birinden Ahmet Kaya çalmasını rica ettim. Misafirperver olan garson isteğimi yerine getirdi hemen ama yarım saat gecmedi şef garson olduğunu sandığım biri gelip müziği değiştirerek öbür garsonu da biraz azarladı. Bunu uzaktan da olsa görünce biraz rahatsız oldum doğrusu. Bu yüzden kendisini çağırıp durumu hemen düzelttim. Umarım bunu yaptığım için Ahmet Kaya çalan garsonun başına bir iş gelmemiştir.
Kahvaltı faslını bitirdikten sonra aklıma Sülüklü Han ve Demirciler Çarşısı geldiği için hemen oraya doğru yöneldim. Bütün bu saydığım yerler zaten aynı yol üzerinden ara sokaklara dalınınca bulacağınız yerler. Demirciler Çarşısı'nı geçen sene bıraktığım gibi buldum. Dükkan sahipleri beni hatırlamıştı. Bu beni sevindirdi doğrusu. Geçen seneki fotoğraflardan verim alamamıştım ama bu sene iyi birşeyler çıkartmaya kararlı olduğum için onlara tekrar çekim yapmak istediğimi söyleyerek işe koyuldum. Burası küçücük bir sokak ve orta kısmındaki bir geçitten Sülüklü Han'a giriyorsunuz. Sülüklü Han'ın fotoğraflarını başka bir gün çekeceğim için burada oradan bahsetmeyeceğim.
Demirciler Çarşısı'nda herşey eski. 12-13 tane dükkan var ve hepsi karşılıklı sıralanmışlar. Yan sokaklarda ise kömür tarzı şeyler satılıyor. İnsanların hepsi misafirperver ve yabancılara alışık. Bana hemen her dükkanda çay ikram ettiler. Fotoğraf çekimlerim için yardımcı oldular. Bir iki demirci ustası fotoğraf çekimek istemedi ama onları da saygıyla karşılamak lazım. Geri kalanlarla çektiğim fotoğraflar zaten durumu çok iyi idare edecek. İnsanlar her zamanki gibi benim nereli olduğumu ve gazeteci olup olmadığımı sordular. Ben de her zamanki klasik cevaplarımı verdim. Herkes cevapları tebessümle karşıladı fakat bir tanesi elimde makineyi görünce gazeteciler alına gelmiş ki gazetecilerin onlar için Ermeni dediğini söyleyerek buna çok kızdığını dile getirdi. Alttan almaya çalıştım ama sanırım bu konuda bayağı sinirlenmişti o yüzden sessizce yanında uzaklaşmayı tercih ettim.
Dört Ayaklı Minare'nin oraya döndüm. Fakat kamyonet hala park halinde orada durmaktaydı. Ben de yan sokağa Mar Petyun Keldani Klisesi'nin sokağına girdim. Kilise'nin kapısını tıklayınca içerden bir görevli kapıyı açarak girmeme izin verdi. Fazla geniş olmayan bir avlusu var klisenin ama ayin yapılan yer geniş bir mekandı. Tabii hemen tripodumu orda da kurup biraz fotoğraf çektikten sonra dışarı çıktım. Görevli bana kilisenin çan kısmını da görebilmem ve dört ayaklı minare ile yanyana fotoğraflarını çekebilmem için yan tarafta bulunan bir harabenin merdivenlerine çıkmama izin verdi.
Ordan dönerken yolu Dört Ayaklı Minare'ye bağlayan küçük sokakta bulunan eski Diyarbakır Evi'ne uğradım. Çünkü bu evin üst katlarına çıkarsam geniş bir görüntü alabileceğimi düşündüm. En üst balkona çıktığımda gerçekten de gözümün önünce iki kilise ve iki camii minaresini yanyana görebildim. Panorama bir kare almak biraz riskliydi ama yine de deneme çekimleri yaptım. Manzara gerçekten görülmeye değerdi.
Ordan aşağı inince Dört Ayaklı minarenin diğer tarafında kalan iki kiliseyi görmeye gittim. Ermeni Kilise'si olan Surp Giragos Ermeni Kilisesi'ne gittim. Şu an kullanılmayan kilisenin avlusu diğerinden daha genişti ve kilisenin 3 tarafını çevreliyordu. Kilisenin içine girdiğimde busasını da diğer kiliseye göre daha geniş buldum. Hatta bir de üstte asma bir kat vardı. Hem aşağıdan, hem de üst kattan geniş açı fotoğraflar aldım. Daha önce de yazdığım gibi burada ayin filan olmadığı için sadece ziyaretçilere açık bir kilise. Fakat yakında Ermeniler'e açılacağı konusunda da duyumlar vardı etrafta.
Oradan da ayrılarak dehşet bir yorgunlukla fotoğrafların iyi çıkacaklarını umarak eve doğru yola çıktım.
Bir dahaki gezi yazısında görüşmek üzere diyorum..
Etiketler:
amed,
armenian church,
churc,
Çarşısı,
Demirciler,
diyarbakir,
dort ayakli minare,
döt ayaklı minare,
Han,
Hani,
Hasan,
Keldani Kilisesi,
kilise,
Mar,
minaret,
Pasa,
Petyun,
Surp Giragos,
Sülüklü
7 Mart 2013 Perşembe
Diyarbakir Sokakları: Ulu Camii
Anadolu'nun en eski camisi olarak bilinen Ulu Camii Diyarbakır'da en sevdiğim camiidir. Avlusu geniş ve şehrin geleneksel karakterini temsil eden bir sürü insan geliyor buraya. Bu yüzden orada zaman geçirmeyi ve insanları fotoğraflamayı çok seviyorum.
639 yılında Hz. Ömer Dönemi'nde şehrin merkezindeki en büyük mabed Mar Toma Kilisesi'nin camiiye dönüştürülmesiyle oluşturulmuştur. Ünlü Şam Emeviyye Camii'nin Anadolu'ya yansıması olan Ulu Camii İslam aleminin 5. Harem-i Şerif'i olarak kabul edilmektedir. Böylesine eski bir tarihi eserin avlusunda bulunmak insana huzur veriyor doğrusu. O yüzdendir ki ne zaman buraya gelsem dışarı çıkmak istemiyorum.
Saat ikindi namazına yaklaştığı için camii yavaş yavaş yaşlı amcalar ve gençler tarafından doldurulmaya başlanmıştı. Cemaat geçen seneki gibi güler yüzlü ve ben fotoğraf çekerken anlayışlıydı. Hatta aşağıda göreceğiniz üzere bazıları özel pozlar verdiler bana..
Bir çoğunun üzerinde geleneksel kıyafetler var. Şalvarlar ve poşiler giyen bu insanların insanlıkları da çok güzel. Bana hep şu garip gelmiştir. Bir zamanlar sıkıntıları bu insanlar ve onların çocukları çekmiş olduğu halde yine de şehre gelen misafirlere karşı Anadolu insanının misafirperverliği ve hoş sohbetliliğini her zaman bulabiliyorsunuz.
Geçen sene de çok sık ziyaret ettiğim camiinin görevlisi selam vermemle beni hatırladı. Ona geçen sene camiinin avlusuna inen merdivenlerde gördüğüm aşağıda da fotoğrafını göreceğiniz yaşlı amcayı sordum hemen. Dediğine göre zaten ama olan amca bir gün evine giderken yolda açılmış olan bir çukura düşmüş ve ayakları kırılmış. Artık günlerini evde geçiriyormuş. Bunu duyduğuma çok üzüldüm. Biliyorum ki yaşlı insanların kemikleri zor kaynıyor. Allah yardımcısı olsun inşaallah. Belki bir gün gidip onu evinde ziyaret edebilirim. Ama önce adresini bulmam lazım..
Biz görevliyle konuşurken temizlik işleriyle ilgilenen başka bir görevli geldi yanıma. Onlara minareye çıkıp çıkamayacağımı sordum. Bana camiinin restorasyon çalışmaları olduğu için izni bu işlerle ilgilenen firmanın yetkililerinden almam gerektiğini söylediler. Ben de şantiyeye gidip görevlilerle görüştüm. Diyarbakır'a gelme nedenimi ve minareden 1-2 defa şehir görüntüsü almak istediğimi söyledim. Vallahi izin verdiler. Hiç bu kadar çabuk olabileceğini düşünmemiştim. Sanırım şanslıydım.
Camii'nin avlusuna hemen geri döndüm ve beni minareye götürecek olan görevliye durumu bildirdim. Minareye gittik. Görevli daha yukarı çıkmadan bana yükseklik korkumun olup olmadığını sordu. En üst tarafta şerefeye çıkmak için tahta bir merdivenden geçmemiz gerekiyormuş. Aslında evet, yükseklik korkum var ama bu fırsatı kaçırmak istemiyordum. Eğer korkarsam geri döneceğimi söyleyerek yukarı çıkmaya başladım. O vakit o da, demekki içi rahat etmedi ki benimle birlikte çıkmaya başladı.
Dikdörtgen bir şekilde inşa edilen minarenin merdivenleri geniş ama basamaklar yüksekti. Minarenin yüksekliği hakkında bir bilgim de yoktu sadece ben önde görevli arkada çıktık da çıktık. En sonra şerefeye giden yerde tahta bir merdiven vardı. Basamaklar sağlam yan kısımlarında da tutunmak için korkulukları vardı. Sonuçta güvenlik açısından sağlam bir yer olduğu için besmeleyle orayı da tırmanmaya başladım ve şerefeye ulaştım.
Hemen manzaraya yöneldim. Görüntü enfesti. Görevli bana tek tek minareleri görünen camiileri anlatmaya başladı. Ben de bir yandan tripodu kurdum ve fotoğraflar çekmeye başladım. Bir ara da bütün şerefeyi dolaşarak bir video görüntüsü aldım ama görevlinin yanımda olması ve beni bekliyor olması hareketlerimi kısıtladı doğrusu. Kendimi özgür hissedemediğim için herşeyi alel acele yapmaya başladım. Bir kaç poz daha aldıktan sonra aşağı inişe geçtik.
Merdivenleri çıkarken bir sorun yoktu tabii ama inerken biraz korktuğumu ve agır agır indiğimi itiraf etmeliyim. Üzerimde yükle pek te kolay olmadı. Görevli bana yükseklik korkusu var sizde ki inerken zorlanıyorsunuz dedi. E haliyle! İnsan can taşıyor ve dikkat edilmesi gerekiyor. Düzlüğe indiğimizde dizlerim titriyordu doğrusu ve bir süre de titreme geçmedi. Kaslar çıkma ve inmede zorlandığı için ve üzerine bu kadar yük binince tabiiki zorlanır insan.
Neyse ki görevli ile bir kere daha çıkma üzerine anlaştık. Aslında bir gün doğumu veya batımı için oraya çıkmak isterim ama güzel ve bulutlu bir günde olması daha iyi olur. Tabii karanlık basınca merdivenler de karanlıkta kalacak bu da ayrıca bir sorun. Bunu o zaman için düşünmeye bırakmak lazım.
Görevliye bana bu heyecanı ve güzelliği yaşattığı için belki yüz kere teşekkür ettim ve oradan ayrıldım.
Yeni gezi hikayelerinde buluşmak üzere...
(Fotoğrafları büyüterek izleyin lütfen)
(Fotoğrafları büyüterek izleyin lütfen)
Diyarbakir Sokaklari: Iskender Paşa Camii
Geçen sene Diyarbakir Büyükşehir Belediyesi'nden aldığım şehir rehberi ve şehir haritasını Sapanca'da unuttuğum için önce belediyeye gidip şehir rehberimi aldım. Daha sonra Sur Belediyesi'ne uğradım ama belediye başkanı yerinde değildi. Ben de sur içine bana en yakın sokaktan yani İskender Paşa sokağından girdim. Orada bir bakkalın yanında mola verdim. Fotoğraf makinesi malzemeleri bayağı bir ağırlık yapıyor.
Bakkal ve karısı bana nereli olduğumu ve ne için burda olduğumu sordular hemen. Kendileri Batmanlı'ymış ve 10 sene önce Diyarbakir'a gelmişler. İnsanlara güler yüzlü yaklaşınca onlar da size aynı şekilde yaklaşıyorlar. Bakkalın karısı bu şehrin çok bekeretli olduğunu söyledi ve inşallah barış gerçekleşir huzur içinde yazarız temennisini de etti. Ayrıca 'Analar ağlamasın, hiç kimsenin anası ağlamasın.' dedi.. Bunu gönülden dediğine inanarak yanlarından ayrılıp ara sokaklara daldım.
Uzun sokağı geçip Telgrafhane sokakta yer alan Iskender Paşa Camii'ne vardım. 1551-1554 yılları arasında Diyarbakır'ın 12. Osmanlı valisi olan İskender Paşa'ya yaptırmış bu camiyi. Kaynaklarda Mimar Sinan'ın eser olarak geçmekteymiş.

Yapı itibariyle çok güzel bir cami. Tabii içine girmedim. Yukarıda gördüğünüz kareyi aldıktan sonra sokaklarda yoluma devam ettim. Ulu Camii'nin yakınlarda bir yerde olduğunu bildiğim için yavaş yavaş oraya doğru yola koyuldum..
Sokaklarda insanlar kendi hallerinde günlük hayatına devam etmekteler. İnsan manzaraları diğer şehirlerdekinden uzak değil tabiiki. Çarşıdan dönen bir kadın, camiiye giden yaşlı bir amca, sokaklarda oynayan çocuklar, dışarıda olan bakkal, bisiklet tamirci dükkanı...
İnsanlar elimdeki makine ve aletleri görünce nedense hep uyarıyor. Şu ana kadar başıma bir şey gelmedi, gelmese de iyi olur. Çünkü mahalle aralarında bazı delikanlılar 'gidiyorsun' türünden laflar atabiliyor. Böyle durumlarda ürkebiliyorum ama en azından bana da daha içerilere girmemek için uyarı oluyor. Maalesef her şehirde var böyle tipler. Yabancı görmesinler, hemen gereksiz sorular, ters yaklaşımlarda bulunmalar..
Yürüyüş devam etsin bakalım....
28 Şubat 2013 Perşembe
Diyarbakir'a doğru...
Su an güneşin toprağın ve ağaçların bakır rengi kısımlarına bir vuruşu var anlatamam o renklerin güzelliğini..İnceden de bir yağmur yağıyor. Hani ahmak ıslatanından. İnsanın aklına gökkuşağı gelmiyor değil tabii. Ama hiçbirşey yok görünürde..
Gece bir ara artık uyuyamayacağım ve bu yolculuk nasıl gececek bu kör karanlıkta diye kaygılanıyorken dalmışım yine. Hem de öyle bir dalmışım ki ne sabah beni 5 da kaldırmasını istediğim arkadaşım ne de sonrasında arayan annem beni uyandırabildi. Pestili çıkmış bir vaziyette uyudum, uyandım, virajları geçerken öyle bir eğimler oldu ki trende kaç kere acaba devrilir miyiz diye korktum. Düşünsenize kondüktor bu yolları sürekli gidip geliyor ama mışıl mışıl uyudu bütün gece. Peeh...
Nihayet ayaklanmaya karar verdim ve bütü n eşyalarımı topladım. Yatağı kaldırıp koltukları ortaya çıkardım. Artık hazırım. Zaten Diyarbakir'a da iki saat filan kaldı..
................
Ve Maden Istasyonu'na geldik. Istasyonun hemen dibinde bir tünel var biliyor musunuz. Daha önce Maden'den geçerken ne üzel dediğim o tünellerden geçmeş şimdiye nasipmiş. 10-15 tünelden geçtik şimdiye kadar. Bir tepe bitiyor başka bir tepe başlıyor. Böyle olunca demekki adamlar yol açabilmek için deldiler dağları.
Buralar doğayla içiçe olan yerleşim yerleri. Onlara da göre de gelişmemiş yerler.Bakıştan bakışa değişiyor tabii.
Sırasıyle Sallar, Ergani ve Geyik istasyonlarını da geçtik. Yol manzaraları çok güzeldi. Artık Diyarbakır istasyonuna dakikalar kaldı.
Böylece bu yolculuğu da kazasız belasız tamamlamış bulunuyorum. Güzel bir maceraydı. Katkıda bulunan herkese, yazıları okuyanlara, ben yoldayken panik yapmayan anne ve babama, desteğini esirgemeyen abime çok teşekkür ediyorum...
Hoşgeldim DİYARBAKİR...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)