Antakya ya da öbür adıyla Hatay'da son günümü sakin geçirmek istedim.
Aklımda geç kalkıp, otelden ayrılıp, Mado'da kahvaltı ettikten sonra, Uzun
Çarşı'dan biraz baharat alıp öylece vakit geçirmek vardı.
Ama erkenden uyandım ne hikmetse. Eşyalarımı hazırlayıp, otelden çıkış yaptım.
Valizimi bütün gün yanımda taşımamak için otelde bıraktım. Özellikle pazar
günleri zengin kahvaltıyı sevdiğim için karşıya Mado'ya geçtim. Bugün daha
zengin bir kahvaltı menüsü vardı Mado'da. Karnımı tıka basa doyurmamak için az
bir şeyler alayım dedim ama yine dayanamadım ve tabakları doldurdum. Yine çok
güzel bir kahvaltıydı. Dünkü gibi, bu nedir, şu nedir diye sorarak insanları
rahatsız etmek istemedim bugün. Sessizce yemeğimi yiyip, bir kaç telefon
görüşmesi yaparak oradan ayrıldım.
Bugün garip bir şey var Antakya'da. Sabah tüm şehirde elektrikler
kesilmişti. Şebeke yerli yerinde durmasına rağmen zaman zaman aramalarımı
yapamadım, interneti kullanamadım. Hadi uzun çarşı üzerinde tenteler vardı ya
dışarısı..
Uzun Çarşı'ya girip ilk gün yüzük aldığım gümüşçüyü aramaya başladım. Daha önce
de dediğim gibi labirent gibi bir yer burası ve bütün yollar birbirine
bağlanıyor garip bir şekilde. Gümüşçü dükkanı beklenmedik bir şekilde karşıma
çıktı. Ama aradığım şeyi bulamadım. Bu sefer sahibi farklı takılar göstermeye
başladı. Bana şehri beğenip beğenmediğimi sorunca şehrin merkezini görünce
aslında hayal kırıklığına uğradığımı belediyenin neden geliştirmek için
çalışmadığını sordum. Adam bana hak verdi ama buna rağmen ümitli olduğunu ve
Antakya'nın hayranı olduğunu söyledi. Ben Antakya hakkında olumsuz bir giriş
yaptığım için kendisine "şehir ne kadar güzel olursa olsun insanları
kötüyse o güzellik hiç bir işe yaramaz, Antakya'nın insanını sevdim, bu yüzden
şehri de sevdim ve güzel duygularla buradan ayrılıyorum" dedim. Iyi
dileklerde ugurlandim oradan.
Baharatçılari bulmak için yurumeye basladim. Aklımda şu pasta kalıbı gibi kullanılan kaşıklar, zahter, pul biber, humus ve kantaron yağı ve biraz daha defne sabunu almak vardı. Çarşı içinde dolaşarak biraz ondan, biraz bundan alışveriş yaparak alacaklarımı hallettim. İnsanlara dükkandan çıkarken son bir teşekkür ettiğinizde hoş geldiniz diyorlar önce, sonra rica ederiz türünden şeyler. Baharatçılardan birinde kurutulmuş bitki ve çiçekler vardı, tek tek fotoğraflarını çekmeden edemedim.
Canım gitmeden önce yine künefe yemek istedi. Ama Yusuf Usta'da. Adresi sorarak tekrar Çınaraltı'na gittim ve bir bardak süvari kahve içerek, köz ateşinde pişirilmiş künefeden bir porsiyon yedim. Konuştuğum insanlar neden civar ilçelere gitmediğimi sordular, bazıları buraya çok yakınmış halbuki. Ama şimdilik dar bölgede keşifler yapmaktan memnun kaldığımı, bir dahaki sefere iyi bir planla gelip gezeceğimi söyledim.
Gerçekten dar bir alanda dolu dolu bir gezi yaptım diyebilirim. Tam da sevdiğim
türden geziler bunlar. Küçücük bir alanda hikayesi olan o kadar çok şey vardı
ki. Belki de bir kısmını eksik aldım veya bir çoğunu da kaçırdım kimbilir.
Özellikle şehirlere özgü şeyleri insanların ağzından dinlemek o kadar güzel ki.
Eğer yeni insanlara açıklarsa anlatımları da çok keyifli oluyor. Tıpkı süvari bardağın hikayesini anlatan kahvedeki adam gibi.
Ya da camii avlusundaki 300 yıllık çınar ilgimi çektiği için gelip bana önce
camii yapılmış sonra bu çınar dikilmiş avluya diyen ve bana yeme içme konusunda
yardımcı olan imam gibi.
Aslında bir şehri hissetmek için dört gün biraz fazla geldi belki de bu yuzden
son günü sakin geçirmek istedim. Bu gezilere yalnız çıkmayı seviyorum, bazen
kafa dengi bir arkadaş ta iyi oluyor insanın yanında. Ama sosyal medya araçları
sayesinde, orada bulunan insanlardan dolayı yalnız hissetmiyor insan. Direk
paylaşımlara aninda tepkiler alabiliyorsunuz, bu da insanı daha çok gezmeye,
daha çok paylaşmaya, bazen ayrıntılara inmeye teşvik ediyor.
Uçağım 19:20'de ve ben şehrin merkezindeki dörtyolda Özsüt Kafe'nin balkonunda
son yazımı yazıyorum. Bir şehre geldiğinde ve ordan giderken aynı hislerde
olmuyor insan. Her şehir, oradaki her insan, her yapı, her doku, her bilgi
insana inanılmaz şeyler katıyor. Bu yüzden de 'çok gezen çok bilir' sözüne
katılıyorum. Şimdi Erzincan, Kayseri, Batman, Urfa, Diyarbakir, Mardin, Van;
Tatvan ve Elaziğ'a bir de Antakya eklendi. Yeniden gitmek istediğim şehirlere
de eklendi diyebilirim. Bu yüzden çok dolaştığım için biraz yorgunum ama
ayrılık olduğu için de biraz hüzünlüyüm. Orda gordugum cok guzel bir yaziyi paylasmak
istiyorum. Belki de en cok ihtiyacimiz olan sey bu;
Yakında tekrar gelmek üzere.. Hoşçakal "Barış, Hoşgörü ve Kardeşlik" kenti ANTAKYA!
Not: Havas otobusleri Buyuk Antakya Otel onunden geciyor ama telefonunu bulup teyit etmenizde fayda var..
Sonraki yazılar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder