9 Mart 2013 Cumartesi

Diyarbakir Sokakları: Dört Ayaklı Minare; Kiliseler; Demirciler Çarşısı; Sülüklü Han

Dört ayaklı minareyi etrafında park etmiş arabalar olmadan yakalamak için sabahın erken saatlerinde oraya gitmek gerekiyormuş. Orada bir dükkan sahibi söylemişti günler önce gittiğimde. 


Sabah altı gibi kalkıp, hazırlanıp yedi gibi evden çıkmam gerekiyordu. Kalkamama riskini göze alamadığım için gece sabahladım. Sabah yedi gibi evden çıktım. Doğruca Dağ Kapı meydanına gidip ordan Dört Ayaklı Minare'nin olduğu sokağa doğru yürümeye başladım. Yolda tek tük insanlar yürüyorlar, öğrenciler okula gidiyor ve üstünde yoğurt bakraçları olan bir arabayı amca ön tarafından çekiyordu. 

Yol kenarında oturmuş teyzeler de yanlarında kimbilir nereden getirdikleri yoğurtları satıyorlardı. Belki de hazır müşterileri vardır. Zira Diyarbakır'da yediğiniz evde yapılmış yoğurdun tadı nefistir. 





Yol kenarındaki Hasan Paşa Hanı'nın yanından geçerken daha sonra kahvaltı için uğramayı düşünerek devam ettim. Bu saatlerde ortalık kalabalık olmadığı için geleneksel kıyafetler giymiş insanlar objektife daha kolay yakalanıyor ve kadrajın içine girmiş gereksiz kalabalıklardan kurtuluyorum. Ama bir yandan da makineyi üstünde zoom lens te olsa birine doğrulttuğunda insanlar kolayca anlayabiliyor ve bu da rahatsızlık verici...







Dört Ayaklı Minare'yi sokağın başında yalnız ve etrafı temiz görünce şöyle derin bir nefes aldım. İşte bunun için sabahın köründe dışarı çıkmaya değerdi. O gün de hava buz gibiydi doğrusu. Farklı açılardan bir kaç fotoğraf aldıktan sonra bir dükkanın önünde kahve içmek için oturdum. Soğuk o zaman daha da hissettirdi kendini doğrusu. Uzun zamandır bu kadar üşüdüğümü hatırlamıyordum. Şanssızlık eseri de bir balık kamyonu gelip camiinin kenarına park edince benim keyif tabiiki bozuldu. Ordan Mar Petyun Keldani Kilisesi'ne doğru gittim ama erken olduğu için görevli yokmuş daha sonra gelmem söylendi. Ben de kilisenin çan kısmının uzaktan bir fotoğrafını çekerek daha sonra tekrar gelmek üzere oradan ayrıldım.



Bir yarım saat daha orada tripod kurulu, makine yan sokağa dönük gelebilecek bir yaşlı amcayı bekledikten sonra soğuğa dayanamayıp sokağın başına çıktım ve Hasan Paşa Hanı'na doğru yola koyuldum. Han'da nefis bir kahvaltı beni bekliyordu. Soğuktan da kurtulacağıma seviniyordum doğrusu. Hemen merdivenlerden aşağı alt kısıma indim ve meshur 'serpme kahvaltı' dan kendime sipariş ettim. Yalnız yan masadaki örnek kahvaltıyı görünce o kadar fazla yiyemiyeceğimi düşününce adamlardan özellikle benim servisi küçük tabaklarda getirmelerini rica ettim. 




Kahvaltı harika görünüyordu. Hemen malzemeleri hazırlayıp masadaki kahvaltı malzemelerinin fotoğraflarını çektim. Tabii sonra da oturup bir güzel afiyetle yedim. Buradaki kahvaltıların kılasiği kavurmalı yumurta. Geri kalan malzemeler içinde farklı olan otlu peynirler ve patates ezmesiyle kabak haşlaması gibi birşeydi. Orda nedense canım Ahmet Kaya dinlemek istedi. Garsonların birinden Ahmet Kaya çalmasını rica ettim. Misafirperver olan garson isteğimi yerine getirdi hemen ama yarım saat gecmedi şef garson olduğunu sandığım biri gelip müziği değiştirerek öbür garsonu da biraz azarladı. Bunu uzaktan da olsa görünce biraz rahatsız oldum doğrusu. Bu yüzden kendisini çağırıp durumu hemen düzelttim. Umarım bunu yaptığım için Ahmet Kaya çalan garsonun başına bir iş gelmemiştir.




Kahvaltı faslını bitirdikten sonra aklıma Sülüklü Han ve Demirciler Çarşısı geldiği için hemen oraya doğru yöneldim. Bütün bu saydığım yerler zaten aynı yol üzerinden ara sokaklara dalınınca bulacağınız yerler. Demirciler Çarşısı'nı geçen sene bıraktığım gibi buldum. Dükkan sahipleri beni hatırlamıştı. Bu beni sevindirdi doğrusu. Geçen seneki fotoğraflardan verim alamamıştım ama bu sene iyi birşeyler çıkartmaya kararlı olduğum için onlara tekrar çekim yapmak istediğimi söyleyerek işe koyuldum. Burası küçücük bir sokak ve orta kısmındaki bir geçitten Sülüklü Han'a giriyorsunuz. Sülüklü Han'ın fotoğraflarını başka bir gün çekeceğim için burada oradan bahsetmeyeceğim.


Demirciler Çarşısı'nda herşey eski. 12-13 tane dükkan var ve hepsi karşılıklı sıralanmışlar. Yan sokaklarda ise kömür tarzı şeyler satılıyor. İnsanların hepsi misafirperver ve yabancılara alışık. Bana hemen her dükkanda çay ikram ettiler. Fotoğraf çekimlerim için yardımcı oldular. Bir iki demirci ustası fotoğraf çekimek istemedi ama onları da saygıyla karşılamak lazım. Geri kalanlarla çektiğim fotoğraflar zaten durumu çok iyi idare edecek. İnsanlar her zamanki gibi benim nereli olduğumu ve gazeteci olup olmadığımı sordular. Ben de her zamanki klasik cevaplarımı verdim. Herkes cevapları tebessümle karşıladı fakat bir tanesi elimde makineyi görünce gazeteciler alına gelmiş ki gazetecilerin onlar için Ermeni dediğini söyleyerek buna çok kızdığını dile getirdi.  Alttan almaya çalıştım ama sanırım bu konuda bayağı sinirlenmişti o yüzden sessizce yanında uzaklaşmayı tercih ettim.  


Dört Ayaklı Minare'nin oraya döndüm. Fakat kamyonet hala park halinde orada durmaktaydı. Ben de yan sokağa Mar Petyun Keldani Klisesi'nin sokağına girdim. Kilise'nin kapısını tıklayınca içerden bir görevli kapıyı açarak girmeme izin verdi. Fazla geniş olmayan bir avlusu var klisenin ama ayin yapılan yer geniş bir mekandı. Tabii hemen tripodumu orda da kurup biraz fotoğraf çektikten sonra dışarı çıktım. Görevli bana kilisenin çan kısmını da görebilmem ve dört ayaklı minare ile yanyana fotoğraflarını çekebilmem için yan tarafta bulunan bir harabenin merdivenlerine çıkmama izin verdi. 

Ordan dönerken yolu Dört Ayaklı Minare'ye bağlayan küçük sokakta bulunan eski Diyarbakır Evi'ne uğradım. Çünkü bu evin üst katlarına çıkarsam geniş bir görüntü alabileceğimi düşündüm. En üst balkona çıktığımda gerçekten de gözümün önünce iki kilise ve iki camii minaresini yanyana görebildim. Panorama bir kare almak biraz riskliydi ama yine de deneme çekimleri yaptım. Manzara gerçekten görülmeye değerdi.

Ordan aşağı inince Dört Ayaklı minarenin diğer tarafında kalan iki kiliseyi görmeye gittim. Ermeni Kilise'si olan Surp Giragos Ermeni  Kilisesi'ne gittim. Şu an kullanılmayan kilisenin avlusu diğerinden daha genişti ve kilisenin 3 tarafını çevreliyordu. Kilisenin içine girdiğimde busasını da diğer kiliseye göre daha geniş buldum. Hatta bir de üstte asma bir kat vardı. Hem aşağıdan, hem de üst kattan geniş açı fotoğraflar aldım. Daha önce de yazdığım gibi burada ayin filan olmadığı için sadece ziyaretçilere açık bir kilise. Fakat yakında Ermeniler'e açılacağı konusunda da duyumlar vardı etrafta. 

Oradan da ayrılarak dehşet bir yorgunlukla fotoğrafların iyi çıkacaklarını umarak eve doğru yola çıktım. 

Bir dahaki gezi yazısında görüşmek üzere diyorum..




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder