2015 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2015 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Aralık 2015 Pazar

Bir Şeb-i Aruz'da Konya Gezisi




Uzun sürerdi yolculuklar eski yıllarda ama güzel geçerdi. Ailecek yapardık genelde bu yolculukları. Annem kızartmalar, börekler hazırlardı yolda yemek için. Hepsi güzel birer anı olarak kaldı tabii. En son Diyarbakır- Sakarya arasını otobüsle gitmeyi düşünmüş ama 18 saat nasıl geçer diyerek uçağa yönelmiştim. Şimdi artık zorunda kalmadıkça gideceğim yere uçak varsa onunla gitmeyi tercih ediyorum.  Uçakla 1,5- 2 saatlik yolu neden 10-15 saat gideyim ki. Özellikle de sık seyahat eden biri olarak bu düşünce bana çok mantıklı geliyor.





Hem de zaman kaybından başka bir şey değil. Yolculuğumuzun başladığından on saat sonra Konya'ya varmıştık. Arkadaşım bütün bir haftanın yorgunluğunu o 10 saat boyunca uyuyarak çıkarmıştı. 
Konya terminaline girdik ve uyandı. Bense yolculuklarda hiç uyuyamayan biri olarak bütün gece öylece pinekledim. Gittiğim şehirlerdeki hediyelik eşya dükkanları çok ilgimi çektiği için otogarda bizi alacak olan arkadaşımızı beklerken kendimi bir dükkana attım.Sema ritüellerinin heykelleri çok güzeldi. 
Ayrıca Konya şekeri de vardı. Bu şehirden İstanbul'a dolu döneceğimi düşünerek içerisini gezdim.











Arkadaşımız bizi otogardan alarak Kyoto Japon Parkı denilen mekana kahvaltı etmeye götürdü. Şehrin içinde çok güzel bir bahçe burası. Parkın her yeri Japon mimarisi ile bezenmişti. Mini bir göletin etrafında ağaçların gölgeleri suya vurmuş ve ana binanın mimarisinin silueti ile birlikte çok güzel bir manzara oluşmuştu gölette. 





Kalvaltıda her çeşit lezzet vardı diyebilirim. Hava soğuk olmasına rağmen güzel bir gündü ve kahvaltı keyifli geçti. Şehrin gözde yerlerinden biri olduğu belliydi. İyice doyduktan sonra parkı gezmeye çıktık. Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından 2010 yılında hizmete sunulan ve 36 bin metrekarelik alanıyla Türkiye’nin en büyük Japon Bahçesi olan Konya Japon Parkı, Konya ile Kyoto arasında kardeşlik ilişkilerinin geliştirilmesi amacıyla yaptırılmış.







Havanın da etkisiyle mini göletin etrafında ağaçların gölgeleri suya vurmuş, oluşan manzara nefisti. Çok güzel siyah beyaz soyut fotoğraflar elde ettim.  Geniş bir alan olduğu için biraz vakit harcayarak tüm bahçeyi gezip fotoğraflarını çektik. 










Japon Parkından Konya Torku Spor stadına gittik. Stad bir muhteşemdi. İlk defa bomboş bir stadyuma gelmenin verdiği o devasa coşku, mekan büyük olunca coşku da bir o kadar büyük oluyor. Stadyumda birer kahve içerken ben stadı boş ta olsa fotoğraflamaya koyuldum. Bir sonraki milli maçta gelinmeye değer bir cüssesi vardı. Kahveler bitip oradan çınca Konya'yı gezmeye devam ettik. 






Şehre gitmeden önce yaptığım araştırmada Sille adlı eski evlerin, tarihi binaların olduğu bir yer olan Sille'yi bulmuştum. Sille'ye uğramadan Konya'dan ayrılmayın yazıyordu. Fotoğraflardan da gördüğüm binaların taş dokusu eskiyi hatırlatan bir yerdi. 




Arkadaşımız daha sonra bizi oraya götürdü. Küçük bir belde ama çok fazla turist vardı. Yol kenarında dizilmiş eski evlerin bir kısmı kahve haline getirilmişti. Dışarıda közde pişirilen kahveler yine dışarıda ve içeride masalarda oturan müşterilere servis ediliyor. SilleKonya ilinin Selçuklu ilçesinin 8 km kuzey batısında, antik bir Rum beldesi. Selçuklu döneminde olduğu gibi Osmanlılar devrinde de tarihi İpek ve Baharat yolları üzerinde olması nedeniyle önemini hiç yitirmemir bir yermiş.





Köyde yumuşak volkanik kayalara oyulmuş pek çok küçük kilise, Osmanlı mezar taşları ve günümüze kadar gelebilmiş Aya Elena kilisesi ziyaret edilebilir halde. Kilise, ilk Hıristiyan Bizans imparatoru Konstantin'in annesi Helena tarafından Michael Archangelos adına MS. 371'de inşa ettirilmiş. Özgün yapısı son yıllarda zarar görse de günümüzde köy ve çevresi SİT alanı olarak kabul edilip koruma altındadır.


 
Konya'ya gelmişken Hz. Mevlana'nın türbesini ziyaret etmemek olmazdı. Otelde yaptığımız kahvaltıdan sonra direk şehir merkezine giderek bu muhteşem yeri ziyaret etmeye gittik. İçerisi hafta sonu olduğu için çok kalabalıktı. her yerden akın akın gelen insanlarla doluydu. Hepsi de o manevi havanın etkisiyle türbe ve müzeyi dualar okuyarak geziyorlardı. Müze ve türbenin fotoğraflarını görmek isterseniz tıklatın. 



Önce akşam kalacağımız kalacağımız Novotel'e uğrayıp eşyalarımızı bıraktık. Kıyafetlerimizi değiştirip biraz dinlendikten sonra resepsiyona indik. Otel şehir dışından Şeb-i Aruz törenleri için gelen turlar dolayısı ile dolmuştu. Otelde bir ebru sergisi vardı, etraf mevlana figürleriyle bezenmişti. Duvarlarda semazen resimleri, tablolar asılıydı. Törene gitmeden önce karnımızı doyurmak için etli ekmek yemeye karar verdik. Öyle ya Konya'ya gelip etli ekmek yemeden dönmek olmazdı.



 

Etli ekmeğin en lezzetli hali Havzan'da yenilirmiş. Metre ölçüsüyle yapılan etli ekmekler kuşbaşılı, kıymalı ve bıçak sırtı denen çeşitlerde geliyor. Etli Ekmek Konya'da daha ince yapılıyor anladığım kadarıyla, öyle ki çıtır çıtır ve lezzeti hiç bir yerdekine benzemiyor. 3 metre ile doymamış olacağız ki 2 metre daha sipariş verdik. Ama tabii gelen yeni parçaları bitiremedik. Ben paket yaptırdım ve yanımda götürdüm. Artık nasıl bir tadı olduğunu tahmin etmişsinizdir. Sırf bu yüzden Konya'ya tekrar gidebilirim. Türkiye'nin şehirlerine has tadlarının olmasını seviyorum. Nasıl Mardin'de Sembusek, Diyarbakır'da Ciğer, Gaziantep'te Patlıcan Kebabı, Bursa da İskender meşhursa burada da Etli Ekmek meşhur. 







O gece Semazen gösterisi vardı. Konya'ya geliş sebebimizi gerçekleştirmek üzere Konya Büyükşehir Belediyesi Spor ve Kongre merkezine gittik. Şeb-i Aruz törenleri konuşmalar ve Ahmet Özhan'ın tasavvuf müziği dinletisinden sonra o beklediğim an geldi. Hep semazenler dönerken onları fotoğraflamayı isterdim. Semazenleri etrafı bir çok basın mensubu ve fotoğrafçıyla sarılmıştı. Gösteri başlar başlamaz o geleneksel ritüeli çekmeye başladım. Atmosfer iyiydi. Başlangıçtan bitişe kadar semazenlerin her anlarını yakalamaya çalıştım. Dönerken çok iyi görüntüler veriyorlardı. Törenin fotoğraflarını izlemek için tıklayın.

Ertesi gün sabah erkenden kalkıp otelde kahvaltımızı yapıp Konya'daki meşhur Kelebek Vadisi'ni görmek için yola çıktık. Böyle bir yere ilk defa geliyordum. İçeri girer girmez fotoğraf makinesini çıkardım ama lencin camı nemden buhar oldu . Ki makinenin en büyük düşmanı nemdir derler. O yüzden makineyi çantasına geri koydum. Bahçede kelebeklerin yaşam döngülerini görebileceğimiz müze kısmında ilk olarak kelebek yaşam döngüsünde kelebeklerin yumurtalarından yetişkin bir kelebek olana kadar geçirdiği evrelere tanık olduk ve  bir kelebeğin 5 aşamalı larval evresinde deri değiştirerek nasıl pupa evresine geçtiğini gördük ve pupa evresinden sonra o muhteşem kelebeği görme imkanına kavuştuk. 





Çeşit çeşit kelebekler vardı, yasak olmasına rağmen misafirler kelebekleri ellerine alıyorlardı. Muhteşemdiler. Hiç bu kadar büyük ve tabiri caizse evcil olan kelebekler görmedim diyebilirim. Gitmeden önce otogara yakın bir yerde bulunan Kocatepe kahve evinde saraylı kahve içmeye gittik. Kahvenin tadı çok güzeldi doğrusu. Bir saat kadar oturduk ve Konya'da geçen 1,5 günden, ne kadar güzel geçtiğinden bahsederek arkadaşımıza teşekkürlerimizi ettik. 








Son olarak saat 14:30'da başlayacak ve 10 saat sürecek olan ve daha başlamadan korktuğum yolculuğu yapacağımız otobüse doğru yola çıktık. Konya'da 1,5 gün hızlı ama çok güzel geçmişti. En sevdiğim Selçuklu izlerinin olduğu bu şehre illaki bir daha gideceğiz diye düşünerek yola koyulduk. 


20 Mart 2015 Cuma

Bir Nevruz'da daha Diyarbakır







Bir kaç senedir Nevruz için Diyarbakır'a gitmeyi adet haline getirdiğimden bu nevruzda gitmemek olmaz diye düşündüm. Hatta şirketten iki arkadaşımı daha benimle gelmeye ikna ettim.  

Uçaktan geç bir vakitte inince direk kalacağımız otele gittik ertesi gün de zaten bütün gün Nevruz alanında fotoğraf, düzenleme ve röportaj işleriyle uğraştığımız için gece yemek yiyip ordan kahve içmeye gittik. Sonrasında tekrar otele dönüp hemen dinlenmeye geçtik.


Ertesi sabah çok erken kalktık çünkü şehri daha doğrusu Eski Diyarbakır denilen yeri gezmek için sadece bir günümüz vardı.











Diyarbakır'a gidince kahvaltı etmeden, kahvaltı denince de Tarihi Hasan Paşa hanında gitmeden olmaz. Öyle çok çeşit var ki önce gözünüz doyuyor. Masada 6-7 çeşit peynir var ve ballı kaymaktan tutun, kavurmalı yumurtaya kadar her şey var. Bir gün öncesinin yorgunluğunu çıkarırken bir yandan değerlendirmeler yaparak güzel bir kaç saat geçirdik.














Bir gece önce kahve içmek için yeni açılan Hürrem Sultan Konağı'na tekrar gittik. Zira konağın olduğu sokağın konağın tam karşısına gelen üst kısmına ipler gerilmiş ve şemsiyeler asılmıştı. Ertesi gün buraya mutlaka yeniden gelmeliyiz dediğimiz bir yerdi burası.










Konağın iç kısmındanda görüleceği üzere hem yapının dokusu hem de tapandaki iplere asılan şemsiyeler tarihle birleşen modern bir havayı sunuyordu bizlere. Rengarenk şemsiyelerle gökyüzünün birleşimi ile manzaramız harikaydı. Sur için bölgesinde olan bu konak Diyarbakır murtfağından lezzetleri bulabileceğiniz gidilesi bir mekan.






Oradan çıkıp Ulu Camii'ye doğru ilerlemeye başladık. Ulu camii yapı olarak çok beğendiğim bir yer ve bilingiğine göre Anadolu'nun en eski camisiymiş. Erken islam döneminin ünlü Şam Emeviye Cami'nin (benzerliklerden dolayı) Anadolu'ya yansıması olarak kabul edilen Diyarbakır Ulu Camii, İslam aleminin 5. Harem-i Şerifi olarak kabul edilmektedir. Ayrıca Camide sibernetiğin babası olarak kabul edilen ünlü bilgin El Cezeri'nin yaptığı güneş saati bulunmaktadır. Ulu Camii'nin en sevdiğim özelliği minaresinin kare şeklinde olmasıdır. Bir kaç sene önce gittiğimde minarenin tepesine tırmanmışlığım da vardır. Oradan Suriçi'nin manzarası bir başka güzeldir. 



Camiden çıkıp Dört Ayaklı minareye doğru yol almaya başladık. Yolda karşımıza baharatçılar çıktı. Kuru patlıcan ve biber dolması ne güzeldir tadanlar bilir. Ayrıca baharatların bolluğu ve tazeliği, ya o el yapımı salçaların lezzeti... Bu dükkanlarda her türli malzemeyi rahatlıkla bulabilir, başka illere oranla daha ucuza alabilirsiniz benden söylemesi. 





Dört Ayaklı Minare de Diyarbakır'da en sevdiğim mimari yapılardan biridir.  500 yılı aşkın bir süreden beri 4 ayak üzerinde sapasağlam bugüne gelmiş. 1500’lerin başında Sultan Selim’in Mısır’ın fethine çıkmadan önceki yıllarda yapılmış. Camiyi ve minareyi bölgede hüküm süren Akkoyunlu hükümdarı Kasım Han yaptırmış. Camii'nin adı Şeyh Mutahhar Camii. Diyarbakırlılar “Şeyh Matar Camii” diye adlandırıyorlar. Şeyh Mutahhar adlı bir zatın mezarının olduğu yere yapıldığı için bu isim verildiği biliniyor. 4 ayak üzerinde duran Şeyh Matar Camii’nin minaresi, bu konuda türünün tek örneği. 
Minare ile ilgili anlatılan bir kaç efsane var. Birisi, minarenin ayakları arasından 7 kez geçenlerin dileklerinin kabul edildiğine dair efsane, bir başka efsaneye göre 4 ayak, Diyarbakır surlarının dört kapısını temsil ediyor: 'Mardinkapı, Urfakapı, Saraykapı ve Dağkapı.' Bir başkasına göre de 4 ayak 4 mezhebi temsil ediyor bu dört temel üzerine oturan minare ise İslam Dinini temsil ediyor.  

Dört ayaklı minareye yakın bir kaç kilise var. Bunlardan biri  Özdemir mahallesinde yer almaktadır. Tapu Kayıtlarına göre Ortodoks Ermenilerin kullandığı bir kilisedir. Kilisenin hangi tarihte yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. 





Bu kilisenin adına ilk kez 1610-1615 tarihleri arasında Polonyalı Simeon’un Seyahatnamesinde rastlanmıştır. Ermeni mimari tarihinin önemli eserlerinden birisi olan Surp Giragos Kilisesi Ortadoğu’daki en büyük Ermeni kilisesidir.



Dört Ayaklı Minare'nin kiliseye giden sokağında bir iki katlı çay bahçesinin üst kısmından iki kilise çanını ve ve Dört Ayaklı Minare'yi bir arada görebilirsiniz. Bu da bir zamanlar medeniyetlerin bir arada yaşayabilmiş olmalarına Diyarbakır'dan çok güzel bir örnektir. 


Kiliseden çıktıktan sonra arkadaşlarımın çok merak ettiği bir yer olan Sülüklü Han'a gittik. Burası benim her Diyarbakır seyahatimde uğrayıp kahve içtiğim bir yerdir. Buraya Demirciler Çarşısı'ndan giriliyor. Bu han son dönemlerin popüler mekânları arasında yer almaktadır. Han içerisinde eski bir kuyu bulunur. Bir dönem hekimler tarafından burada bulunan kuyudan sülük çıkarıldığı bilinmektedir. Şifa amaçlı toplanan sülüklerin burada toplanılmasından dolayı hana Sülüklü Han ismi verilmiştir. 


Daha sonra Diyarbakır'lı bir arkadaşımız bizi Diyarbakır surlarını tepeden görebileceğimiz bir tepeye götürdü. Manzara gerçekten nefisti. tarihin dokusunu böyle iç içe görebildiğim, kokusunu aldığım şehirlerden biri olan Diyarbakır'a umarım tekrar yolumuz düşer. Uçağımız akşam üstü olduğu için aceleyle oradan ayrılmak zorunda kaldık ama aklım ve kalbim Diyarbakır'da kaldı.